İÇİMDEKİ ARDIÇ AĞACI
Sonra yatak odasına geçtim, nota defterimi açtım. Notaları takip ettim, inişli çıkışlı arpajlar, zayıflayıp şişmanlayan gövdemin özeti gibiydiler. Kemanıma dokundum. Resitalime 4 gün kalmıştı ve onca parayı bayıldığım siyah elbiseme bu kiloyla sığmam imkansız olduğu için canım fena sıkıldığından kapadım. Sonra, resitalde notaları karıştıracağım sancısı gelip inatçı bir öküz gibi göğsüme oturdu kaldı. Gidip televizyon açtım. Bisküvilerimden ve sehpadaki cipslerden atıştırdım. Beynim saçma programların beşiğinde kuru ninnilerle uyuştu. Ama aklıma kilolarım ve resital geldikçe içimde bir şeyler cız etmiyor değildi.
Kalktım, camın kenarına gittim. Bahçedeki ardıç ağaçlarının çirkin gövdelerine baktım. Ne kadar yaşlı, eğik ve çirkindiler. "Benim gibi..." diye mırıldandım kendi kendime. Bu ardıçları niye dikmişler sahi buraya? İnsan çirkinliği seyretmeyi niye sever? Gittim bilgisayarı açtım. Ardıç yazdım. Bir sürü şey çıktı ama aradığımı bulmakta zorlanmadım.
"Ortaçağda her derde deva olarak bilinen ardıç meyvası yendiğinde idrar, menekşe kokusu aldığından, eskiden Romalı kadınlar tarafından çok kullanılırdı. Yine bu çağlarda cadılardan korunmak maksadıyla yazlık evlerin önlerine dikilmiştir. Yine aynı inanışa göre cadı ardıç yapraklarını saymayı başarırsa eve girebiliyordu. Bunu önlemek için elden geldiğince çok ardıç ekilirdi." diyordu. Evimde bir cadı vardı: Ben! İçimde de bir ardıç ağacı. O yüzden nefret ettim kendimden.
Sonra gidip soyundum. Tekrar çıktım tartıya. Gözüm, karşımdaki boy aynasına takıldı. Yaşlı ve çirkin gövdeme. Kilo alıp vermekten sarkmış etlerimi oralarından buralarından çekip zayıf görünmeye çalıştım. Aklıma korsem geldi. Gidip gardolabımdan korsemi buldum. Kan ter içinde girdim içine. Nefes almam zorlaşmıştı ama elbiseyi denemem şarttı. Salak kız nasıl da "Bu size biraz dar efendim isterseniz bir büyük bedenini verelim!" deyivermişti. Nasıl da ağzının payını vermiştim... Gereksiz gururum nasıl da girmişti devreye... Değiştirmeye gitmem demek o kızın aşağılayıcı bakışlarına maruz kalmak demekti.
Elbiseyi giydim usul usul. Dikişlerini patlatmamaya çalışarak. Olacaktı bu iş olacak! Yan fermuarının % 75'i kapanmıştı. 3 kilo versem yetecekti. Aklıma en kolay yol geldi. Koşarak tuvalete girip elimi gırtlağıma soktum. Ağzımın etrafını bile temizlemeden tartıya çıktım: 84,6. Demek 600 gram farkettiriyordu. Dörtle çarptım 2.4 kilogram. Yüzüme sırıtkan bir gülüş yapıştı. Aynaya baktım. Ağzımdan salyalar akan korkunç cadıyı sobeledim.
Böylece dört günüm buzdolabı-televizyon-tuvalet-tartı arasında geçti. Alkışlar içinde sahneye çıktığımda allegro çalmam gereken parçayı bal gibi de andante çalmıştım. Bilgili seyirciler farketmişti belki ama ön sıralardakilerle gözgöze geldiğimizde kızgınlık yerine acıma gördüm. Gözyaşlarımı sildim. Ellerim simsiyah rimel içindeydi. İçimde yapraklarını dökmüş çıplak bir ardıç ağacı hâlâ, ilkbahara inat hüzünlü şarkısını söylüyordu. / Kremkaramel
3 yorum:
''Evimde bir cadı vardı: Ben! İçimde de bir ardıç ağacı. O yüzden nefret ettim kendimden.''
Çok üzüldüm kadıncağıza ben. Orta yaş depresyonunda herhalde.
Çok keyif aldım Serhat. Eğer bir gün bu öyküleri kitaplaştırırsanız, haber edin. Alıciiiim valla. :)
Beni kırmadığın ve 6 kelimemi bir şahesere dönüştürdüğün için ayrıca teşekkürler.
Heey ben Serhat diilim. Kremkaramel'im.
O zaman taşlar şimdi yerine oturdu. Kusura bakma Kremkaramel. ;-)
Yorum Gönder